28 Ağustos 2011 Pazar

Acı Kahve, Çürümüş Çiçek


Çok sevmezdi öyküleri. Romanları tercih ederdi. Karakterlerin hayatını uzun uzun izlemek isterdi. Ama bu öykü kitabını sevmişti. Buradaki öykülerin baş kahramanı hep aynıydı. Karşıdaki kişiler değişse ve zamanlar farklılaşsa da. Onu ve hislerini uzun uzun duyumsayabiliyordu böylece. Belki de bu kitabı sevmesinin asıl nedeni onun da kendisi gibi yalnız olması ve yalnızlığının öykülerini anlatıyor olmasıydı. Kitaba sinmiş o yalnızlık kokusuydu sevdiği.
Kitabı okurken keyif yapmak istedi. Mutfağa gidip kendine bir Türk kahvesi yaptı. Bir fincanlık su ölçtü. Kahve konusunda hiçbir şeyde olmadığı kadar aç gözlüydü. Yarım fincan da fazladan su ekledi. Sırf çok içiyormuş gibi gözükmemek için yarımdı bu. Her fincan için bir kaşık kahve, yarım kaşık şeker koyardı. Bu kez bir buçuk kaşık koymalıydı kahveden. Ve koydu. Ama koyduğunu gördüğü halde koymadığını sandı. Sanmayı seçti. Kaşığın ucuyla biraz daha koydu. Ve biraz daha. Kaç kaşık ucuyla koymuştu? Kendini doğruyu yaptığına inandırdı ve şekeri-olması gerektiği gibi-yarım artı çeyrek kaşık koydu. Hiç karıştırmadı kahveyi. Karıştırmazdı. Kendi kendine de olurdu nasıl olsa, karışmaya ne lüzum vardı! Cezvede köpükler yükselmeye başladığında almadı onları, bıraktı. Başkası yoktu nasılsa. Bütün köpükler onundu. (Ne büyük saadet!) Taşırmadan kapattı ocağı. Fincanına döktü kahvesini.Yarım fincanlık cezvede kaldı. Bunu da az sonra içecekti. Kitabının başına döndü kahvesiyle. Keyif yapacaktı sözde. İki yudumda bitireceği kahvesiyle ancak iki satır okuyabileceğini biliyordu oysa. Zaten niyeti en başından beri kendisine gösteriş yapmaktı. İlk yudumu aldı. Acıydı tadı. Bu kadar acı sevmezdi. Bile bile acı yapmıştı. Bilmediğini sanarak. Sanmayı seçerek. İlk değildi üstelik. Yapıyordu bunu. Nedenini bilmeden. Bir yerden tanıdıktı bu yaptığı... Çiçekleri sularken de aynı şey oluyordu. Onları susuz bırakmak kaygısıyla çok sulardı hep. Ve çok sulanmaktan çürürdü çiçekleri. Sularken bilirdi aslında çok döktüğünü. Bilmediğini sanırdı. Sanmayı seçerdi. Sonra da üzülürdü çürüyen çiçeklerine.
Dipte birikmiş telveyi de yedikten sonra cezvede kalmış olan kahveyi de koydu fincanına. Kahvesini acı acı yudumlayıp kendi öyküsünün çürümesini bekledi.

5 yorum:

Duygu dedi ki...

Kim bilir, belki de yalnızlığı onu çürütüyordu. O, yalnızlığı seçmişti ve bu şekilde mutluydu oysa. Ya da öyle sanıyordu.
Bu seçime karşı çıkan bir benliği vardı içinde, derinde, bastırılmış. Kahveleri daha acı, çiçekleri cansız yapıyordu. Kötülüğünden değil, varlığının farkına varılsın istiyordu. Belki de, kim bilir... Benim de buna yorasım geldi işte.

Sen hep yaz olur mu? :)

Aslı dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Aslı dedi ki...

Kıvamında kahve içip, çiçekleri açtırmak da çare olmuyordu zaten yalnızlığına. Biraz unutturuyordu belki... Ama farklı bir tat almasını, farklı bir renk görmesini sağlıyordu. Korkacak bir şey yoktu bunda. Çünkü o çok değerli yalnızlığını, istese de yitiremiyordu zaten.

Şarkıdaki gibi Duygucum, yalnızlık ömür boyu nasılsa, korkmamalı ;)

Ezgi dedi ki...

Çok güzel, gerçekten çok sevdim. aslım. aslıcanım. bir gün roman da yaz emi uzun uzun duyumsayabilelim seni...

Aslı dedi ki...

Ah keşke Yezgicanım, ya da inşallah diyeyim :)