Gece ev arkadaşıyla birlikte 1952
yapımı bir Amerikan filmi izlemeye başlamıştı. Çok da güzel gidiyordu film. Zamanın
hızlı ayak figürleriyle kulaklar ağızlarda gülerek yapılan neşeli danslarıyla
doluydu. En sevdiği! Ama daha yarısında gözlerinden uyku süzülmeye başlamıştı.
Bir de sol üst göz kapağının içe bakan kısmında baş gösteren şey -arpacık mıdır
ne halttır- hafifen batıyor, gözünü kapatmaya zorluyordu. Daha fazla
dayanamayıp arkadaşına iyi geceler dileyerek odasına yollandı. Ertesi gün pazar
olmasına rağmen erken kalkıp güne çok şey sığdırmak temennisiyle telefonunun
alarmını dokuz buçuğa kurdu. Başka hiçbir şey yapmadan kendini yatağa attı.
Çabucak uykuya daldı.
Sabah alarmı çaldığında hemen
kapattı ve uyumaya devam etti. Hala çok uykusu vardı. Onda tekrar gözlerini
açtı. Mutfaktan hazırlanan kahvaltının sesi geliyordu. Kalkayım artık diye düşündü.
Ama üşüyordu biraz. Azıcık daha yatağın içinde kalıp ısınıp öyle kalkayım diye
düşünerek yorganına daha sıkı sarıldı. Ve yine uyuyakaldı. On buçuk gibi tekrar
uyandı. Artık kalkayım yeter diye düşündü. Sonra düşünceleri başka yerlere
kaydı. Dün ne güzeldi. Sakin bi gündü ve evde geçirmiştiler o günü de. Ama güzeldi.
Sadeydi. Dünü düşündü uzun uzun. Tekrar canlandırdı hayalinde. Yarı uyur yarı
uyanıkken aktı zaman üzerinden. Saat on biri geçiyordu bilmem kaçıncı kez güne
uyandığında. Bu kez düşünmeye mahal vermeden hemen harekete geçti. Yoksa yine
düşünme-hayal-uyku-uyanma döngüsüne girecekti.
Evet, saatini kurup erken kalkması iyi
olmuştu. Gün erken başlayacak ve ona bir sürü şey sığdıracaktı ne güzel. Kendi
kendine sırıttı. İlk kez değildi nasılsa kendini kandırışı. Artık alışmıştı.