30 Eylül 2012 Pazar

Sade Kahvemin Eksik Şekeri



Şimdi bu başlığı görenlerde mecazi anlamda birtakım şeyler söyleyeceğim, sade kahve olmaktan ve eksik şekerlerden dert yanmakta olduğum izlenimi uyanabilir. (Ne kadar da yanlış tanımışsınız beni!) O izlenimler hiç boşuna uyanmasın öyle, çünkü bu yazıda başlıktaki kavramlar birer gerçeklik olarak yer almakta. Fakat yine de dert yanmamdan kaçışınız yok, ona mecbur katlanacaksınız. Yapçak bi şey yok, bence kaderinize razı olup okuyun, çekilecek çileniz varmışsa demek ki…
Bilindiği üzre kahve içmeyi çok seven bir zatım. Hele de yemeğin üzerine içilen kahve gibisi yoktur benim için. Yine bilindiği üzre, yemek yeme işlemini ise zorunluluktan, yaşamımı devam ettirebilmek için icra etmekteyim. Buna rağmen tok bir karınla içilen kahve daha keyifli olduğundan bazen sırf bu yüzden çok yemeye çalışırım.
Okulda da yemekhane dönüşlerinde yanımdakileri muhakkak kahve içmeye sürüklerim. Özellikle havalar güzelken çimlere serilip kahve eşliğinde sohbet etmek tadından yenmeyen rutin bir aktivitemiz haline gelmiştir. Kahvelerimizi aldığımız yerler ise ya kütüphanedeki ya da fen edebiyat fakültesindeki otomatlardır. Gel gör ki, oldukça saygı duyduğum, sürekli hayır duamı alan bu (benim için mucizevi) makineler, son zamanlarda bir terbiyesizleştiler bir terbiyesizleştiler ki sormayın, verdiği kahvelere şeker koymaz, beni hüzün ve kedere boğar oldular! Ben kahveyi normalde sade (yani sütsüz-bazı arkadaşların dediğine göre katran gibi) ama 2 şekerli içerim. Dolayısıyle şekersiz kahve içtiğimde çok mutsuz oluyorum.
İşte bu ahval ve şerait içinde ben de gittiğim yerlerden şeker çalıp cebime, çantama atmaya başladım. Her gittiğim yerin şekerlerine göz koyar oldum. Hatta bazı yerlerde paketlenmemiş şeker verilince üzülüyorum, buradan şeker çalamıcam diye… Sonra daha garanti yanımda olsun diye cüzdanımda şeker taşımaya başladım. Düşünün, cüzdanımda sıra sıra şekerler dizili! Geçen gün evden üzerime hırka alarak çıkmıştım, elimi cebime bi attım ordan da şeker çıktı! Artık her yanımdan şeker fışkırır hale geldim. Buna rağmen bu küçük miktardaki stoklar çabuk tükendiği için artık sırt çantama bir poşet şekeri demirbaş olarak ekledim. İçine sürekli evden takviye yapıyorum. Bu sayede artık kahvemi şekersiz içmiyorum, mutluyum. Allah kimseyi ‘şekerli sade kahve’siz bırakmasın, amin!

13 Eylül 2012 Perşembe

Daha iyi olmaz mıydı?

Cemal Süreya'nın şiiri

Daha güzel bir gün olabilirdi. Otomattan aldığım kahveme makine istediğim miktarda şekeri koymuş olsaydı. Veyahut cüzdanımda bu tür durumlar için taşıdığım şeker stoğum tükenmemiş olsaydı.

Şekerli sade kahvemi çimlerde huzurla içebilirdim. Yan tarafta bir kadın ve bir adam ticaretle ilgili bir tartışmaya girmeseler, kombinin parasını kimin vereceği hakkında anlaşmazlığa düşmeselerdi. Artık kimse o Şahin Bey, onu en başta arasalar ve böylece aralarında husumet olmasaydı.

Havanın sıcaklığı tam karardı. Gölgede üşütmeyecek kadar serin. Ama gökyüzü daha mavi olabilirdi. Karşıya baktığımda gökdelenler yerine yemyeşil dağlar görüyor olsaydım. Ve içimden gelecek olan dağlara tırmanma isteğini türlü nedenler-aslında bahaneler-le bastırmayıp gerçekleştirebilseydim.

Ağacın altında oturmak güzeldi. Daha keyifli olabilirdi. Dala konan karga beni tuvalet olarak görmeseydi. Ona doğru bakıp bu yaptığının çok ayıp olduğunu söylediğimde beni biraz umursasaydı. En azından ben birazcık kayıp ateş hattından çekilme nezaketini gösterdikten sonra o da dalını değiştirerek tekrar üst hizama konumlanıp benimle dalga geçmeseydi. Ben kargayla konuşup, 'Senin derdin ne dostum' derken oradan geçen insanlar bana tuhaf gözlerle bakmasalardı.

Yalnız olmak güzeldi. Ama keşke biri daha olsaydı yanımda şu an. Mesafeler yüzünden ayrı düşmeseydik. Yine uzansaydık çimlere yanyana. Gözlerimizi huzurla kapasaydık birlikte. Böcekler içimize girip ısırmasaydı bu kez. Köpüşler biraz daha uzaktan havlasa, beni korkutmasalardı.

Yazı yazmak güzeldi. Aynı performansı makale okurken de gösterebilseydim. Zorunlu olduğum için değil, öğrenmek istediğim için kararlılıkla zaman ve emek harcayabilseydim. Bu kadar tembel olmasaydım ve her şeyi sürekli ertelemeseydim. Daha iyi şeyler yapabilirdim belki. Çevresel faktörler tarafından da hevesim kırılmasaydı. Kendimi işe yaramaz biri gibi hissetmeseydim.

Kütüphanede vakit geçirmek güzeldi. Üstelik henüz okul açılmadığı için oturduğum kısımdaki her yer boştu. Ta ki bir çocuk gelip masalardan birine oturana dek. Gelmeseydi. Diğer insanlar da gitseydi. Bütün kütüphane bana kalsaydı. Hatta dünyadaki bütün kütüphaneler benim olsaydı! Ama bütün kitaplara açgözlülükle aynı anda başlayıp hepsini yarıda bırakmasaydım. Kitap katili olmasaydım.

Evim güzeldi. Minik ve sevimli. Penceresi sardunyalı. Ama bizim sokakta her gün önündan geçtiğim o güzel yeşil renkli eski apartman da benim olsaydı. Tüm katlardaki pencere veya balkonlarda kırmızı sardunya yetiştirme zorunluluğu koysaydım. Balkonunda arkadaşlarımla çay içip, çekirdek çitleseydim. Daha güzel olabilirdi. Sokağın adını da Çifte Vav olarak değiştirebilseydim.

Yine de hayat güzeldi. (Kuşlar uçuyordu.) Yaptıklarımız, yapamadıklarımız, yapmak istediklerimizle. Hepsi hayatın bir parçasıydı. Hepsi bizi biz yapandı. Her şey mümkündü. Ve biz daha iyisini yapana dek en iyisi buydu. :)

6 Eylül 2012 Perşembe

Yapabilirmişim Lay Lay Lom


*

Olabiliyormuş demek. İnsan aynı şarkıları dinleyip bir başkasını düşünebiliyormuş bu kez. Demek ki aslolan bizmişiz, içimizdeki sevgiymiş. Ve kaynağı bizde saklıymış. Ümitlerin en çok  tükendiği yerde bile hala sevebilme ihtimalimiz varmış. Bir yanımız hep kırık kalmadan. Huzurla. Verdiğimiz değeri fazlasıyla hak eden birini… Gönül rahatlığıyla sevebilirmişiz. Sanki onu hep tanıyormuşuz gibi. Artık tüm şarkılar o olabiliyormuş. Gülümsemelerse sürekli. İşte o yüzden, gitmesinmiş bu kez. Yanımda kalsınmış. Çünkü bu kez paylaşacak çok şey varmış.

(Bu yazının şarkısı bu olsun)