Eveet, sevgili var olmayan blog,
Bugün sana roman yazmanın inceliklerinden bahsedeceğim. Önce malzemeler listesi yapalım: Yaklaşık 50 adet karakter, her biri için 20 kg kişilik, 30 adet mekân, 500 kadar olay, araya göz kararı kadar sıkıştıracağımız fikirler, aldığı kadar da betimleme-bu sonuncusunun kıvamı çok önemli! Bu karışımı hazırlarken, karakterleri ve mekânları seçtiğimiz sırayla atarak zihnimizde çırpıyoruz. Bu çırpıntı kulak memesi kıvamına geldiğinde, onu gerçeklik fırınına atıyoruz. Böylece gerçeküstü olayların eriyerek kaybolmasını sağlıyoruz. Ayrıca bu sayede gerçek ve gerçeküstü arasındaki sınırda yer alan olaylarsa hâlâ yarı eriyik hâlde gerçekliğin içinde kalabiliyor. Daha sonra üzerine eser miktarda alay ekliyoruz. Çok az miktarda olması önemli zira fazla olursa kahkahaya neden olur, bizim istediğimiz ise bıyık altından muzip bir gülüş. Eveet, romanımız hazııır! Kendisini bir fincan (benim gibiler için bir kupa) kahve ile birlikte sıcacık bir sobanın yanında (aah ah, nerde o eski günler...) uzun kış gecelerinde (o da yok ki) tüketmeniz tavsiye edilir.
Hayır, cânım efendim, blog-u hayâlim, yanlış anladın sen beni. Bu bir tarif yazısı değil, sual yazısı. Diyorum ki, roman nasıl yazılır? Hakikaten çok merak ediyorum bunu. O roman nasıl kurgulanıyor? Mesela en başta yazar kafasında belirli bir outline oluşturup, ona göre mi yazıyor yoksa yazmaya başlarken kitabın nasıl biteceğini kendisi de mi bilmiyor? Ya da cümleleri kurarken kullandığı sözcükler kendi zengin kelime hazinesine mi ait yoksa bir şeyi anlatmak için kullanacağı cümleyi kurmak için sözcük araştırmasına mı giriyor her defasında? Veya önce romanı çok uzun bir süre düşünüp, kurgulayıp, sonra bir solukta mı yazıyor yoksa parça parça öyküler yazıp ardından bunları birbirine mi bağlıyor? Yahut bahsettiği mekânları gözünün önünde tümüyle canlandırıp mı yazıyor yoksa mekânın yalnızca romanında kullandığı parçalarını mı düşünüyor? O mekânları veya kişileri gerçekten görmüş mü yoksa okuduğu bir şeylerden mi toparlamış yoksa tamamen kendi mi yaratıyor? Yarattığı kişilerin yalnızca romanında bahsettiği kadar mı gerçekliği var yoksa onları romanın dışında da yaşayan kişiler olarak mı düşünüyor? Mesela sorsam yazara pat diye, şu karakterin başına şu olay gelse ne tepki verir diye, anında cevaplayabilir mi? Yani karakterin öncesini ve sonrasını düşünerek mi yazıyor yoksa karakterin hayatı romanın içinde bahsedilenden mi ibaret?
Böyle devam edip giden birçok sorum var. Biliyorum, cevaplar romanın türüne ve yazara göre değişebilir ama cevap herhangi biri de olsa, o cevabın nasıl olduğunu yine de merak ediyorum.
Merakımı azdıran şey ise şu ara Elif Şafak’ın Pinhan’ını okuyor olmam ve bu romanı kendisinin 24 yaşındayken yazmış olması! O yaşta o kelime hazinesine nasıl sahip olunabilinir? İster istemez kendimi düşünüyorum, önümde 2 yılım var, 2 yılda öğrensem öğrensem ne kadar şey öğrenebilirim... Şaşırıyorum çünkü kullandığı kelimelerin hepsine yazdığı anda hakim olması çok imkânsız geliyor. Ama işte bu yüzden çok iyi bir yazar değil mi zaten? (Ayrıca kendisinin şöyle de muhteşem bir konuşması var.)
Keşke roman yazma sürecindeki bir yazarı takip etme, gözlemleme şansım olsaydı da ilerleyişini inceleyebilseydim... Böyle bir şansım olmadığı için, belki bir gün sırf meraktan roman yazmaya başlayabilirim! Savulunn, yeni bir Aslı Erdoğan geliyoor!
Evet, bu da kafamı kurcalayan ayrı bir konu zaten. Şimdi, ünlü bir yazar olaraktan bir adet Aslı Erdoğan’ımız mevcut zaten. Fekaat, günün birinde ben de kitap yazmaya kalksam n’olacak? Kendi ismimi kullanamaz mıyım aceba? Yani bu konularda da patent falan gibi bir şey var mı ki? Sonra benim kitaplarım onunkilerle karıştırılırsa n’olucek? İnsanlar hangi kitabın hangimizin olduğunu nasıl ayırt edicekler? Hayır yani, sonra benim kitaplarım kapışılırken yanlışlıkla onunkilerden alanlar olursa, o zavallı okuyucular benim müthiş anlatımımdan yoksun kalırlar diye üzülüyorum... Ya da Nobel falan alacak olursam ödül yanlışlıkla ona gider diye...
(Bu arada, Aslı Erdoğan-ad ve soyaddaşım diye söylemiyorum ama-müthiş bir yazardır. Özellikle, Kırmızı Pelerinli Kent ve Kabuk Adam henüz okumamış olanlara şiddetle tavsiye edilir.)
Bu kez bir kapanış paragrafı yazmasam puan kırar mısınız acaba, çünkü kalakaldım da böyle... O zaman bir çizgi film kapanışı yapalım bari: ...The end... That’s all folks!