23 Ocak 2012 Pazartesi

Çelişkiler

Şekil A: 'İnsan doğanın parçasıdır' posteri
İnsan çelişkili bir varlık. Nerden mi biliyorum? Ben de insanım ya hani, ordan yola çıktım... Bu durumda tek bir denek kullanarak yaptığım gözlemden hareketle nasıl böyle bir genelleme yapabiliyorsun, bir bilim insanı adayı olaraktan bu cümlenden utanmalısın diyebilirsiniz. Tamam şu an utanıyorum... Utandım. Heh ne diyordum, insan çelişkili bir varlık. Mesela böyle bir genelleme hem yapılabilir hem de yapılamaz. (İşte bahsettiğim şey bu!)
Daha geçenlerde nokta nokta ile tartıştık mesela, insan doğanın parçası mıdır? Ben bu soruya evet cevabını verenlerdenim. Çünkü en başta eşitlik diye bir prensibim var. Biz niye diğer canlılardan üstün olalım ki, ne farkımız var onlardan? Bu soruya verilen en popüler cevap zeka oluyor, tahmin edebileceğiniz gibi. Ama bu durumda zekayı nasıl tanımlıyoruz, ona bakmamız gerekiyor. Mesela Vikipedi zekayı, zihnin öğrenme, öğrenilenden yararlanabilme, yeni durumlara uyabilme ve yeni çözüm yolları bulabilme yeteneği olarak tanımlıyor. Ama bu saydıklarımızın hepsini en basit canlılar bile (nasıl ezdim, nasıl ezdim…) yapabiliyor. Her ne kadar zekayı insana atfetsek de, tanımını ayırıcı olarak belirleyemediğimizden insanı bir üst konuma yerleştiremeyiz-ki bence yerleştirmeyelim de zaten. Pek çok olaya bakış açımızın aşırı derecede insan merkezli olduğu aşikar. Doğadaki her şeyin bizim kullanımımız için olduğu düşüncesi var kafalarımızda. Ama olaya farklı bir bakış açısıyla yaklaştığımızda, bir hocamızın dediği gibi, bir bakteri de bizim varlığımızı, üzerinde yaşanacak bir yüzey olarak tanımlıyor olamaz mı? (Bu bakteriler de az değil haa, nasıl aşağıladı beni hemen.) Bu yaz katıldığım, Kaçkar Dağları Milli Parkı’nda gerçekleşen Tübitak’ın Ekoloji Temelli Doğa Eğitim Kampı’nda da gruplara ayrılarak ‘İnsan doğanın neresinde?’ başlıklı bir poster hazırlayıp sunmamızı istemiştiler. Bizim grubun kafa yorduğu konu yine buydu ve vardığımız sonuç ‘İnsan doğanın bir parçasıdır’ olmuştu. Hazırladığımız posteri de Şekil A’da görebilirsiniz. Kendi posterimiz diye söylemiyorum ama, çok sevmiştim bu posteri-hem görsel açıdan hem de fikri açıdan. Gelelim buradaki çelişki meselesine… Madem insan diğer tüm canlılar gibi doğanın bir parçası ve onlarla eşit, bu durumda insanın yaptığı her şeyi de, tıpkı diğer canlılarda olduğu gibi, doğal görmemiz gerekmez mi? Doğada insan kaynaklı aşırı bir kirlenme söz konusu. Ama bu da insan varlığının doğal bir sonucu değil mi zaten? Nasıl ki herhangi diğer bir canlı, yaşam aktivitesi sonucu oluşturduğu bir ürün için acaba doğaya zarar verir miyim, miktarını falan mı azaltsam acaba gibi kaygılar gütmüyorsa, biz niye güdüyoruz? Ama bu durumda da doğaya verdiğimiz zararı normalleştirmiş ve doğayı korumamıza gerek yok gibi saçma sapan bir sonuca ulaşmış oluyoruz. Napçaz?     
Sonra mesela herkese karşı iyi olmak meselesi var. Ben şahsen bunun için uğraşıyorum, kimseyi kırmamaya çalışıyorum, çoğu zaman anlayış göstermeye çalışıyorum insanlara. Ve çok şükür yakın çevremde de bunu yapmama değecek değerlilikte insanlar var. (Açıkçası diğer türlülerini yakınımda barındırmamam, onlardan uzak durmaya çalışmamın doğal bir sonucu olarak.) Ama ne yazık ki insanlardan izole bir biçimde yaşamadığım için herkes gibi ben de günlük hayatta çok yakın olmadığım birçok insanla iletişiyorum. Aslında insanlarla iletişmeye bayılmayan, annemin deyimiyle tam bir güre olsam da, ‘ne yazık ki’yi bu cümlede kullanmam doğru olmadı. Doğru ‘ne yazık ki kalıbı’, bu insanlardan bazılarının kötü niyetli olduğunu belirten cümleye koyulmalıydı. O zaman şöyle diyeyim: Bazı insanlar ne yazık ki kötü niyetli oluyor ve karşılarındaki insanla alay etmek onlara büyük zevk veriyor. Onu kırarmış, incitirmiş hiiiç umurlarında olmuyor. Şimdi ikilemde kaldığım mevzuya gelirsek, ben bu insanlara hala iyi ve kibar davranmak zorunda mıyım? Sömürüleceğimi bile bile… Bu ahlaki prensibim yüzünden hala ona kibar davranmak zorunda hissetmem neticesinde, beni bile bile düşürdüğü bu zor durumdan aldığı zevki yüzündeki pis sırıtıştan okuduğum bu insana nasıl davranmalıyım? (İçimde amma nefret biriktirmişim haa, kendimden korktum bi an!) Yaradılanı sev yaradandan ötürü diyor ya Yunus Emre, ama işte her zaman mümkün olmuyor bu. Ne kadar istesem de bazı insanları sevemiyorum. Gerçi şu da var bir insana mutlak iyi ya da mutlak kötü diyemeyiz hiçbir zaman. Çünkü insan, y ekseninin hem pozitif hem de negatif tarafında salınan bir eğri grafiği gibidir. İntegralini aldığın küçük zaman parçalarına göre iyiliği ya da kötülüğü değişir. (Fark ettiyseniz iyilik-kötülük kavramlarının sorgulanmasına ruh ve beden sağlığımızı koruyabilmek adına hiç girmiyorum, iyi iyi işte, kötü de kötü, bu kadarla yetinin kardeşim!) Yani iyi dediğim, sevdiğim insanların kötü olarak nitelendirebileceğim, sevmediğim eylemleri olduğu gibi, integralin alt ve üst zaman sınırını değiştirdiğimde sevmediğim insanların da sevdiğim yönleri olabiliyor. O zaman ben de gördüğüm muameleye göre mi ayarlamalıyım davranışlarımı? Ama o zaman da çok kaypak olmaz mıyım? Ne olursa olsun benim iyi yaklaşmaya çalışmam değil mi bana düşen? Çok mu ahlakçıyım böyle de? Bilemiyorum…

Watson & Crick
Rosalind Franklin
Benzer bir çelişkiye, çok iyi işler yapmış, takdir edilesi insanların, insani yönü zayıf açıklamalarda bulundukları anlarda da düşüyorum. En belirgin örnek olarak James D. Watson’ı verebiliriz. Watson amca 1954 yılında Francis Crick ile birlikte DNA’nın çift sarmal yapısını keşfetti. (Eee Nobel’i de kaptı tabii sonra, çakaaal!) Afferim ona, helal olsun koçum falan diyorsun tabi en başta, yıldızlı 5 Pekiyi Aferin vermek geliyor içinden, adam bulmuş yani… Ama sonra bu adamın yaptığı açıklamalara bakıyorsun ve pufff! Onun, gözünde büyüttüğün bilim insanı kimliği, bütün o saygın-sevgin bir anda yok oluveriyor. Watson amca dedik bağrımıza bastık ama o da ayrımcı çıktı, gel de sev şimdi bu adamı! Duyduğuma göre bu muhterem, gittiği seminerlerde Rosalind Franklin (ki kendisi DNA’nın X ışını kırınım görüntüsünü elde eden bilim insanıdır, Watson ve Crick bu görüntüden yola çıkarak DNA’nın yapısını bulmuş lakin onun adını anmayı unutuvermişler) ile ilgili sorulara kendince ne kadar muzipşinas olduğunu kanıtlamak için ‘Yaptığı kurabiyeler güzeldi’ gibi dahiyane(!) espriler ile yanıt veriyormuş. Ne kadar yaratıcı ve zekice değil mi?! Diğer birçok erkek ve diğer birçok kadının (çünkü kadınları aşağılamaya çalışanlar ne yazık ki yalnızca erkekler değil, birçok kadın da buna dahil) da yaptığı gibi zeka yoksunu açıklamalarla (ve evet bunlara da genelde sinir bozucu bir sırıtış eşlik eder) erkekliği bir halt formuna sokma çabaları… Yalnızca kadınlara yönelik ayrımcılık yapmakla da kalmıyor kendisi, aynı zamanda ırkçı da. Ayrımcılık konusunda hiç ayrımcılık yapmıyor yani! Ona göre siyahlar beyazlar kadar zeki değilmişmiş mesela… Aslında buna örnek olarak Türkiye’den, çok tanınan, birçoklarınca baş tacı edilen bir hocayı da verebilirdim (Tabiatperest diyeyim siz anlayın mesela). O da biyofaşistgillerden. Onun da bilgi birikimine, sorulan birçok soruyu duraksamadan cevaplamasına saygı duyarım ama ‘Öyle her(!) insanın kendi kafasına göre üremesine izin verilmemeli’ gibi cümleler kurunca gözümdeki bütün değerini yitiriyor tabi. ‘Pardon da, yetkili mercii siz mi olacaksınız böyle bir durumda ve hangi hakla?’ diye sormak istediğinizde de alacağınız cevap Watson’ınki gibi bir aşağılama olacaktır ancak çünkü onlar tartışmasız bilir kişilerdir hep, siz ise onlar haricindeki insanlardan biri olarak sıradan bir hüküm uygulayıcı. İşte böyle kişileri de ne yapmalı şimdi? Onları sevmek ve sevmemek arasında yine çelişkilere gark oluyorum. (Ama itiraf edeyim kitlesel bir insan düşmanlığı yapan böyle kişilerde sanırım sevmeme yönüm daha ağır basıyor. Ama yine itiraf etmeliyim ki bu insanlar günlük hayatımın dışında yer aldıkları için sevmeme yönüm daha ağır basabiliyor, galiba günlük hayatımda yer alan insanları ne olursa olsun sevmeye mecbur hissediyorum.)  
Aaah ah, daha ne çelişkilerim var bilseniz… İnsan yaşar da çelişki biter mi hiç. Daha aile, sevmek (Burada aşk demeye korktum nedense) ve yalnızlıkla ilgili düştüğüm çelişkilerimden (Bendeki de nasıl bi sahipleniştir bu çelişkileri? Neredeyse canım, ciğerim, benim sevgili biricik çelişkilerim diyeceğim, yuh!) bahsetmedim bile. Belki onları da başka zaman anlatırım. (Tabi canım, hı hı, ertele sen yine, biz de yedik.)