26 Ocak 2013 Cumartesi

Büyümemişim Ki Ben İşte!



Sevgili hayali blogcum,
‘Büyüyünce bilim kadını olucam ben’ diye tutturmuş biri olarak çocukluğumda Bilim Çocuk dergisini takip ederdim düzenli olarak. Ayın 15’inde mutlaka dergiyi alır, yazıların içinde kaybolur, görsellerinin güzelliğine hayran olur, tarif edilen deneyleri yapar, verdiği posterleri asardım odama. O posterlere baka baka ne hayaller kurardım! Hayallerimde astronot mu olmadım, Satürn’ün halkasından mı kaymadım, neler neler…

Sonra birazcıcık büyüyünce (çok değil ama) levıl atlayarak Bilim Teknik’e geçiş yaptım. Ama tabii ki o, benim sevgili Bilim Çocuk’umun yerini tutmadı hiçbir zaman, onun yeri başkaydı hep benim için. Bilim Çocuk dergisi Aralık ayında yeni yılın takvimini verirdi hep. Artık Bilim Çocuk okumayı bıraksam da, yeni yıl ritüeli olarak her Aralık ayında o takvimi almaktan vazgeçmedim hiç. Bilim Çocuk takvimsiz yılım geçmedi.

Bu yıl yine yılbaşı zamanında takvimini edinmek için Bilim Çocuk almalıyım diye geçirdim aklımdan. Ama sonra nasıl olduysa -müthiş hafızamdan hiç mi hiç beklenmeyecek bir biçimde- almayı unuttum. Tarih Ocak 15’e yaklaşmaktaydı. Bizim ev civarındaki market ve bayilere bakmış ancak dergiyi bulamamıştım. Aman Allahım yoksa dergi tükenmiş miydi! 2013 yılının Bilim Çocuk takvimini alamayacak mıydım! Yılların geleneği böyle mi son bulacaktı! N’ayırdı, n’olamazdı! Ben bu şekilde ev arkadaşım Buket’e yakınırken, Buket dedi ki: Aslı, belki de bu büyüdüğünün bir göstergesidir, kabullenmelisin artık bu gerçeği! Ben de ona dedim ki: Hayıııııooooor! 

Sonra, o ara bir işimi halletmek üzere Üsküdar’a geçmiş idim. Yolun üzerinde bir gazete bayii vardı. Adama Aralık ayı dergisini sordum, oralara bak dedi. Bir sürü derginin arasında baya bir kazı çalışması yaptıktan sonra nihayet sevgili Bilim Çocuk’umu buldum ve sevinç nidaları eşliğinde ona sımsıkı sarıldım. Yılların geleneği bozulmamıştı işte, 2013 takvimi duvarımdaki yerini alacaktı! En önemlisi de; bu henüz büyümediğimin apaçık bir göstergesiydi!


11 Ocak 2013 Cuma

Aşk Kalitatif Mi, Kantitatif Mi?



Her aşkta bir taraf daha mı çok severdi yoksa tarafların eşit sevdiği aşklar da var mıydı? Peki nasıl ölçecektin ki bunu, var mıydı aşkın bir ölçüsü-ölçeği? Herkesin sevgi parametreleri kendine özel değil miydi, herkes bunu kendine göre tanımlamıyor muydu? Çıkan değerlerin birimleri farklıydı ki zaten, bunları birbirine çeviremezdin. Elmalar-armutlar meselesi gibi, nasıl yapılabilirdi ki toplananların karşılaştırması? Bu durumda elinde kalan tek dedektör hislerindi. Ancak hissedebilirdin bu eşitsizliği, adaletsizliği. Hissetmeninse güvenilirliği o kadar küçüktü ki! Buna dayanarak tek kelime edemezdin.

Gerekli miydi peki böyle bir kıyaslama? Hani bir zamanlar karşılıksız sevgiye inanırdın, mümkün olabileceğini, olması gerektiğini savunurdun. Her zamanki gibi içinde bulunmadığın durumlar için fazlasıyla idealisttin. Ya şimdi? Verdiğin her gıdım sevginin hemen karşılığını almak istiyorsun. Sevgin karşılık bulamazsa diye ödün kopuyor. Ya o sana göstermezse ‘hak ettiğin’ sevgisini? Belki de korkunun tek nedeni kadın olman... Sevgini göstermeye çalışırken kendini tipik ‘fedakar kadın’ kalıbında bulmaktan korkuyorsun. Sırf bu kalıba girmemek için sen yapıyorsan fedakarlığı, onun da yapmasını istiyorsun. Ve bu yüzden ancak onun seni sevebileceği kadar sen de onu sevmeye çalışıyorsun, daha fazla değil! Belki de sadece kendini garantiye alabilmek için yapıyorsun bunu. Her konuda olduğu gibi aşkta da göze alamıyorsun riski. Fazlasıyla garanticisin yine.

En iyisi aşkı kantitatif değil de kalitatif olarak tanımlaman. Miktarını önemsemeden sadece var-yok analizi yapman. O zaman belki doyasıya yaşayabilirsin hislerini, kim bilir…