17 Temmuz 2012 Salı

Yarınlar

Fırat

Günlerimi, yapılacakları yapmaktansa, yapılacakları bir yapsam ne kadar mükemmel yapacağımı düşünerek geçiririm. Bunun için planlar yaparım. Ama başlamayı hep yarına bırakırım. (Dur önce bi şunu yapayım da, onu yarın yaparım nasılsa.) O yarın hiç gelmez. Ben de rahat rahat hiç gerçekleştirmeyeceğim yeni planlar yaparım. Planlarımdaki potansiyel beni heyecanlandırır. Bu potansiyelin kinetiğe dönüşmesinin önünde bir engel bulundururum muhakkak. Ama koyduğum engeli titizlikle seçerim ki ben kaynaklı olmasın, dış etmenlere bağlı olsun. (Bana kalsa yaparım ama elimde değil ki!) Böylece benim yüzümden değil, dış etmenler yüzünden gerçekleşmeyen, aslında gerçekleşse çok güzel olma potansiyelini taşıyan hayallerimin gerçekleşmesini imkansız kılmış olurum. Bu sayede hiç çaba harcamak zorunda kalmam. (Amaan, kim uğraşacak şimdi onunla...) Ama bunları kendime itiraf etmem. Bunun yerine kaderciliği tercih ederim. (Bakalım yaa, kader-kısmet bu işler...) Gerçekleşmeyecek hayallerimi biriktirir dururum hep. Gelmeyen yarınlar için. 

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Korksam da içimdeki karanlıklara da bakmak istiyorum

Mulholland Çıkmazı'nın mavi anahtarı

Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Bunu unutuyoruz çoğu zaman. Daha sık hatırlamalıyız. Kimsenin müthiş yolunda giden bir hayatı yok. Herkesin kendince dertleri, tasaları var. Çünkü insanız. Her şeyimiz tam olsa da hep eksiğiz. Herkesin hayatı berbat diye sevinelim veya avunalım demiyorum. Ama en azından bu hususta yalnız olmadığımızın farkında olmamız hepimize iyi gelebilir.
Filmlerde hep görürüz, karakterlerin başına bin bir türlü kötü şey gelse de hep bir çıkış yolu bulunur ve mutlu sona varılır. Ama gerçekte hiçbir mutlu anımızı dondurup, o anı mutlu son ilan edemiyoruz. Zaman akıyor, hayat devam ediyor. Tam, işte bu benim mutlu sonum olsun, derken yeni bir filmin içinde buluyoruz kendimizi. Yeni sıkıntıların.
Filmin başrol oyuncusu oluyoruz bizzat ama ne güzeliz ne de pür iyi. Kendimize itiraf edemediğimiz kadar çirkin ve kötüyüz aslında. Ama başrol oynamak kolay değil. Bunları yadsımayı gerektiriyor. -miş gibi yapıyor, oynuyoruz rolümüzü. Çevremizdekiler, yani seyircilerimiz, bizi nasıl görmek istiyorsa o role bürünüyoruz. Hayırlı evlat, çalışkan öğrenci, iyi dost... Oynamaya çalıştığımız rol o kadar kusursuz ki! Gerçek olmasına imkan yok! Ama o kadar iyi oynuyoruz ki seyircilerimiz artık bizi o rolde kabulleniyor. Ve biz gerçek kimliğimizi açık edemez hale geliyoruz. Bu durumda hep saklanmak zorunda kalıyoruz. Buna da şöhretin bedeli deniyor işte.