10 Ekim 2012 Çarşamba

Uyku Arası Sokak Sesleri


Gustav Klimt-Sea Serpents IV

Tam yazdan sonbahara geçiş mevsimi. Ara bir mevsim. Arafta bir mevsim. Açık olan pencereden içeriye sesi fazlaca açılmış televizyon, konuşan veya bağırışan insan, bir yerlerde bir şekilde birbirine çarptırılan demir, yoldan geçmekte olan araba ve evlerin çatılarında uçuşan martı sesleri geliyor. Bir çocuk evlerinden giden bir misafiri uğurluyor. Kendine iyi bak tamam mı… Çocuksu sesiyle. Çocuksu bilmişliği ve aceleciliğiyle. Aklına sabah kahvaltı yaptığın yerdeki küçük kız geliyor. Kıvırcık saçları toplu, yanakları yenilesi. Ellerini ağzının üzerine kapatarak çıkarmaya çalıştığı kalın ses ile ailesinin oturduğu masaya doğru sesleniyor. Baba beni duyuyor musuun?

Göz kapakların ağırlaşmış. Uyumak istiyorsun artık. Yine aklından o geçiyor. Keşke burda olsa diyorsun. Halbuki çok olmamış ayrılalı, birkaç saat geçmiş. Olsun, yine de özlemişsin işte. Dışarıdan bir topuk sesi geliyor. Biraz telaşlı. Önce yaklaşarak hızla artıyor, sonra giderek sönüp duyulmaz oluyor.

Uykuya dalıyorsun. Fark etmeden. O kadar tatlı ki uyku. Yavaş yavaş alıyor seni kucağına. Çaktırmadan hiç, korkutmadan. Adım adım yaklaşıyorsun ona. Düşüyorsun tuzağına ama düştüğünün, düşlediğinin bilincinde olamıyorsun. Olmak da istemiyorsun eğer güzelse gördüğün. Kendini bırakıp kayboluyorsun içinde düşlerinin. Her seferinde yeni bir keşfe çıkıyorsun bilmediğin bir dünyada.

Yarım yamalak çalınan, zaman zaman kesilen bir akordeon sesiyle açıyorsun gözlerini. Yatağının yanındaki pencere açık kalmış, üşümüşsün hafiften. Uyanıyorsun ürpererek. Uykunun sıcaklığını istiyorsun. Ve yeniden dönmeyi ona. Kedi gibi kıvrılıp sığınıyorsun kendine. Akordeon çalmaya başlıyor tekrardan. Sen gülümsüyorsun. 

6 Ekim 2012 Cumartesi

Gölge

*

Ağacın gölgesi sokak lambasının ışığında yere vuruyordu. Yerdeki gölgeye basarak geçti. Ağaca baktı. Onun bundan haberi yoktu. Öylece duruyordu hiçbir şey olmamış gibi. Sanki gölgesi ezilmemişti az önce. Sonra diğer gölgelere de bastı. Çevresine baktı. Kimsenin umrunda değildi ezilen gölgeler. Artık gözleri yerde, basacak gölgeleri arıyordu. Hepsine basacaktı, hepsine! Canı acımazdı nasılsa gölgelerin. Hiçbirinin sesi de çıkmıyordu zaten. 

Kendi canı neden acıyordu peki? 

O da bir gölgeydi aslında cismini arayan. Bir türlü gerçek olamayan. Bir türlü sesi çıkmayan. Böyleydi işte, yapacak bir şey yoktu. Kabullenmişti kaderini. Öte yandan gün geçtikçe içinde kabaran isyan dalgasını da bastıramıyordu. Daha cesur olmak istiyordu. Konuşabilmek en basitinden. Bu bile onun için çok fazlaydı, susmakla yetinmek dururken. Çünkü susmak kendini ifade edebildiği en iyi yöntemdi. Oysa yeri geldiğinde ruhları incitebilmek de istiyordu. Bu, olması gerekendi çünkü. Ama o bunun yerine, onlar adına utanmayı seçiyordu. Herkes ve her şey için utanabilirdi. Dünyadaki bütün utançlar için sızlamak üzere kalbi, kızarmak için ise yüzü hazırda beklerdi. 

Yerdeki gölgeleri neden görmüyordu diğer insanlar? Basmak ya da basmamak… Hiçbir önemi yoktu ki bunun. Gölgeler acımazdı nasılsa. Onlar gerçek değildiler çünkü. Yoktular. Bazen var olduklarını sanan yanılsamaydılar yalnızca. Yalnızca.