24 Ocak 2011 Pazartesi

Yalnız ve Mutlu Son?


Feysbuk’ta dolanan bir video vardı. Mario her zamanki gibi prensesi kurtarıyor. Prenses Mario’ya teşekkür ediyor, (salak) Mario da –prensesi kurtardı ya onu öpmek en doğal hakkı artık!- onu öpmek istiyor. Prenses de, ne münasebet, beni kurtardın diye seni öpmek zorunda mıyım diyor. (Video burada bitse çok güzel olurmuş ama ne yazık ki devamı çok salakça, çirkinleşerek devam ediyor. Mario, prenses kendisiyle öpüşmedi diye ejderhayı çağırıyor, ejderha da prensesin kafasını koparıp yiyor. Ha-ha-haa yani, çok komikler!)
Bugün izlediğim Komedi Dükkanı bana bu video’yu hatırlattı. Komedi Dükkanı’nın bu bölümünde Tolga Çevik korsan kılığında (çakma Jack Sparrow olarak) karşımıza çıkıyor. Yönetmen ona Christoph Colomb olduğunu söylüyor ve Amerika kıtasını keşfettiriyor. Konuk oyuncu olarak da Asuman Krause vardı. O da daha önce gitmişmiş meğer Amerika kıtasına ve babasını orada bırakmışmış. Babasını kurtarabilmek için Kristof’tan yardım istiyor. Olaylar gelişiyor, sonunda babasını buluyorlar falan derken, tabi bu arada ben hep bu ikisinin ne zaman birbirlerine aşık olacağını merakla bekliyorum… Tam sonlara doğru artık herhalde aşık olmayacaklar, hayret, derken yönetmen birbirlerine aşık olmalarını söyledi. Kristof, kızı babasından istedi ve gemilerine binip gittiler, mutlu bir sonla oyun sona erdi. Muhtemelen sonsuza dek birlikte ve mutlu yaşamışlardır…


Bunu izledikten sonra işte o Mario video’su aklıma geldi. Kadınların sürekli ‘kurtarılmaya muhtaç’, ‘zavallı’ gösterilmelerini bir kenara bırakarak, niye tüm filmlerde, romanlarda, hatta çizgi filmlerde mutlu sonlar bir çift halinde bitiyor diye düşünmeye başladım. Mutlu olmanın koşulu hep biriyle birlikte olmaktan mı geçer? Sonsuza dek birlikte ve mutlu yaşamaya alternatif bir son yok mudur? Sonsuza dek yalnız ve mutlu yaşamanın imkanı yok mudur? Evet, bu sorularım bir yandan bu genel anlayışa karşı çıkış niteliğinde ama bir yandan da gerçekten merak ettiğim için soruyorum, gerçekten bu böyle mi yoksa bu da bize kodlanan geleneksel kalıplardan biri mi? Yani bir nevi, bu şekildeki algımızın genetik kalıtımın mı yoksa epigenetik kalıtımın mı bir sonucu olduğunu merak ediyorum. İnsanın kendine bir ruh eşi arama çabasının, en azından isteğinin nedeni, gerçekten buna ihtiyaç duyuyor olması mı, yoksa bu da içine doğduğumuz toplum tarafından bize öğretilen bir şey mi?
İnsanın kedileriyle birlikte yalnız ölmesi niye bir mutsuzluk tablosu olsun ki? Anlayamıyorum…



1 yorum:

Adsız dedi ki...

Sanılanın aksine yalnız yaşayan bir topluma dönüşüyor dünya. En azından istatistikler bunu gösteriyor. Filmler (özellikle Hollywood sineması) bir çeşit beyin yıkama modunda yayın yaptığı için "çift olma" durumu, "şunu giyersen, yersen ya da yaparsan mutlu olursun" durumu normalmiş gibi gösteriliyor. Zamanında günlüğüme yazdığım bir cümledir bu; "İleride bir evim olsun, bir de arabam. Ha bir de bilgisayarım olsun, başka da bir şey istemiyorum." :) Mutlu olmak salt yalnızlıkla, hatta hayallerle bile mümkün olabilir, yeter ki kendi iç dünyanın ekolojisi sağlam olsun.