30 Ağustos 2010 Pazartesi

Böcükler ve Ben

Önceden daha çok korkardım böceklerden. Üzerime gelmelerine daha az tahammül eder, hemen kaçmaya, kurtulmaya çalışırdım onlardan. Onları iğrenç yaratıklar olarak damgalayıp, tiksinirdim. Şimdi de tamamen aşmış, her gördüğü böceğe sarılan biri değilim ama önceki halime göre oldukça ilerleme kaydettim. Pekiii, bu değişim nasıl gerçekleşti? Aslında her şey psikolojik. (De hadi çocukluğumuza inek!) Böcekler ve kendim hakkında biraz düşününce sorunun aslında bu konuda daha önce hiç düşünmemiş olmam ve kendimi korkmaya şartlamam olduğunu anladım. Pekiii, bunu düşünmeye nasıl başladım? Şöyle ki, geçen yıl evrimle ilgili bir sempozyum düzenlenmiş ve evrimle ilgili çalışmalar yapan bilim insanları gelip çalışmalarını anlatmışlardı. Ben de müstakbel bir bilim insanı olduğumdan elbette ki bu süper fırsatı kaçırmamış, onları dinlemeye gitmiştim. Orada çalışmalarından bahseden bir entomolog-böcekbilimci-vardı. Bu bilim insanı, çocuklara böcekleri sevdirebilmek için yaptıkları bir etkinlikten bahsetti. Çocuklara-ki yanlış hatırlamıyorsam bunlar anasınıfına giden ufaklıklardı- böceklerden korkmamaları gerektiğini anlatmışlar, onları, böceklere dokunmaları ve onları ellerinde gezdirmeleri yönünde teşvik etmişler. Çocuklar baştan korkup çekinmişler ama sonra bu, aralarında bir böcek sevme yarışına dönüşmüş. Hatta yarışı o kadar abartmışlar ki en sonunda biri gelip ‘Öğretmeniiim, Ayşe böceği öptüü, ben de öpebilir miyiim?’ bile demiş!
Bu hikayeyi duyduğum gün böceklerle olan ilişkimde bir dönüm noktasıydı! İşte o gün, böcekler için küçük ama benim için büyük bir adımdı! Cidden düşündüm de, bu böcükler benim gibi hacmi küçük bir insan için bile oldukça küçük, minnacık yaratıklardı. Ufak bir parmak hareketi ile dahi hayatlarına son verebilirdim. Onlarsa ancak üzerimde gezinerek beni huylandırabilir, en fazla ısırabilirlerdi. Günlük hayatta karşılaştığımız pek çok böcek de zehirsiz olduğuna göre, niye ben onlardan korkayımdı? Ben onlardan çok daha güçlüyümdü (şuh bir kahkaha), onlar benden korksundu! (Açılın üleyndi, onları düelloya davet ediyorumdu). Kısacası kendimi bir böceğin yerine, bir de kendimin yerine koyarak düşündüm ve böcüğün korkusunu tahayyül ederek, kendi yerimde olmama şükrettim ve kendi korkumdan utanmam gerektiği sonucuna vardım . (Düşünme sürecimde kendimi böcüğün yerine koyarken dahi şu anki insani duygularımı ve korkularımı taşıyor olduğumdan mütevellit, gerçek dünyada hiç de böyle görünmüyor olsa da, böcüklerin de bizden korkuyor olduğu varsayımını yaparak bu neticeye ulaştığımı önemle arz ederim).
Velhasıl, artık bir böcüğün üzerimde gezintiye çıktığını hissettiğimde, hemen eski Türk filmlerindeki İstanbul’a sesleniş sahnelerinde olduğu gibi deniz kenarındaki yüksek kayalıklara çıkıp en uç noktasında durarak sesleniyorum: Eyy böcükkk! Seğğn mi büyüksüğğnn yoksa beğğnn mi? Sonra böcüğün umursamaz tavrını görmemek için hiç vakit kaybetmeden kuvvetli nefesimle üzerine üflüyorum. Eğer inatçı çıkar da uçmaz ise, elimle küçük bir fiske hareketiyle şahsı uzaklaştırıyorum. Eğer hala gitmemekte direniyorsa, bunu seğğğnn istediğğn köpeğğkk diyerekten, Cüniyt abiden öğrendiğim şahane hareketleri-kale surlarından atlamak gibi- uyguluyorum. Kesin çözüm bu, gerçekten. Bunu yapınca manyak herhalde bu diyip korkudan kaçıyorlar.

2 yorum:

ignotus dedi ki...

Böcüklerle dost, sıçanlarla sırdaş ve farelerin özlemini çektiği Sevgili Aslı,

Yeni yazılar yüklesen de okusak... Şöyle Iğdır, Kars falan :)

Aslı dedi ki...

Eneee, ben burdaki yorumları yeni görüyorum :) Tamam Tubikçim, en kısa zamanda yazmaya çalışıcam Kars-Iğdır maceralarımı ;)