Artık oyun oynamıyor
olmamız çok saçma değil mi? Niye bizden büyük, durgun, olgun, sıkıcı
davranmamız bekleniyor? Ne değişti ki, çocukluğumuzla yetişkinliğimizin farkı
ne? Neden kendimizi artık sokaklara vurup akşam ezanı okunana kadar deliler
gibi koşup oyun oynamıyoruz? Niye artık iki dakka koşunca hemen yorulup
yorgunluğumuza teslim oluyoruz? (Çocukken sonuna dek direnmez miydik,
hatırlayın!) Neden artık arkadaşımızın evine çat kapı gidip onu oyuna
sürüklemiyoruz? Niye her gördüğümüz ağacın tepesine çıkıp meyvelerine
dalmıyoruz? Sanki yetişkinliğe geçişte toplumca gizli bir antlaşma imzalıyor
gibiyiz. Artık koşup oynanmayacak, yaramazlık yapılmayacak, ciddi suratlar
takınılacak, sıkıcı ve döngüsel bir hayat yaşanılacak…
Çok özledim çamurla
oynamayı. Niye artık oynamıyoruz? Neler neler yapardık çamurdan. Sonra da yaptıklarımızı
kurutup onlarla oyun oynardık. Üstümüz başımız kirlenecek diye dert etmezdik
hiç. Gözümüze kestirdiğimiz herhangi bir yere oturuverirdik umursamadan. Suyu
toprağa döker, başlardık yoğurmaya, şekil vermeye. Çamurdan yaptığımız şey bir
yemekse mesela, onun üzerini süsleyecek baharatımız da kiremit tozu olurdu.
Tabii kiremit tozu yapmak için de emek harcamak gerekirdi. Kiremitleri taşa olanca
gücümüzle sürterdik. Asma yapraklarının içine çamur doldurup sararak sarma
yapardık. Bahar gelince komşu bahçedeki erik ağacının tepesiydi bizim
mekanımız. O yeşil erik de öyle bir ekşi ve güzeldi ki… Evden biraz tuz getirip
bana bana yerdik. Bir de vişne ağacı vardı yan bahçede. Vişneleri de iki bisküvi
arasına koyarak bir nevi tatlı yaparak yerdik. Arada sırada annelerimizden
piknik yapıcaz biz deyip yağlı ekmek isterdik. Ekmeklerimizi alıp yan bahçede
çimenlerin üzerinde yiyip mutlu olurduk. Evcilik, yakalamaç, ortada sıçan,
istop, saklambaç, uzay, seksek, 9 kiremit, 9 aylık… Oyunlardan biri biter biri
başlardı. Susayınca suyu bizim bahçedeki çeşmeden içerdik.
Büyüdükçe oyunlar yasak oldu
bize. Hepimizin çok daha önemli, ciddi işleri oldu. Steril ortamlarda yaşayıp
suyu şişeden içer olduk. Piknik anlayışımız 2 gram yeşilliğin içindeki
kafelerde parası neyse verip bir kuş sütünün eksik olduğu kahvaltılar yapmaya
dönüştü.
Doğadan niye koptuk bu
kadar? Nasıl bu kadar uzaklaşabildik? Yine oynasak ya çamurla. Yine yuvarlansak
ya çimlerde. Yine çıksak ya ağaç tepelerine. Mutlu olabilsek ya yine bir yağlı
ekmekle.
Not: Yazıdaki fotoğraflar Reha Erdem'in 5 Vakit filminden. Filmde çocukların yeşillikler içindeki uyuma sahneleri öyle güzel ki...