9 Kasım 2011 Çarşamba

Değişmesi Gereken Şeyler

Vincent van Gogh - Öğle Uykusu 

Emeklilik kanunu değişmeli. Bu konuda kendimi çok mağdur hissediyorum. Ve eminim ki yalnız değilim. Emeklilik, babadan kıza geçmeli. Babalar emekli olduğunda, kızları da emekli sayılmalı. Göz hakkı denen bir şey var yani… 21. Yüzyılın Türkiye’sinde hala böyle bir uygulamanın olmaması, büyük bir insanlık ayıbıdır! Buradan yetkililere sesleniyor, bu konuya derhal bir çözüm bulunmasını talep ediyorum.
İmza: Babası emekli olmuş ve kendi emekliliğini dört gözle bekleyen kıskanç bir vatandaş

Sürekli Huzursuzluk

Gustav Klimt - The Kiss

Sevmek böyle bir şey miydi? Sürekli huzursuzluk… Huzuru severdi oysa. Sakin ve huzurlu bir yaşamdı ettiği dualardaki isteği. Ama şimdi değildi işte. Gözünü açtığı an aklına o düşüyordu. Deli gibi uykusu varken, gözleri kapanmak üzereyken yine aklına o geliyor, uykusu kaçıyordu. Birlikte geçirdikleri anlar üşüşüyordu aklına. Gittikleri yerler, konuştukları şeyler, bir bakış, bir dokunuş, anlık bir duruş, ayrıntılar, ayrıntılar… Hepsi zihninde teker teker canlanıp sönüyordu. Ve sonra sonu gelmez biçimde tekrar tekrar…
Sevilmeye bu kadar mı açtı? Doyamıyordu, sevilmeye bir türlü doyamıyordu. O da keşke daha çok sevse, hep onu düşünse, düşünmekten uykusu kaçsa. Stresten sağ bacağını sallayıp dursa, ikide bir derin of’lar çekse. Nasıl bu hale geldiğini, gelebildiğini düşünse. Şaşırsa. Hala şaşkın olsa. Bunca yıl sonra nasıl dese. Tek mantıklı cevap olarak Eros’u bulsa. O gün birdenbire okunu saplamış işte dese. Bu kadar zayıf olabilmesine kızsa. Hani ben o insanlar gibi değildim, böyle kapılmazdım dese.  Altı üstü bir gün aranmadı diye unutuldu sansa. Korksa. Deli gibi korksa. Ama gururundan o da arayamasa. İçini terk edilme korkusu sarsa. Gözleri dolsa. Ağlayamasa.

Küçücüğüm Ben

Fabian Perez - El Federal Cafe III
Çok zormuş birini sevmeye çalışmak. Karşılık beklermiş insan, sevginin karşılıksız olması gerektiğine inansa bile. Duygular dört nala koşarmış, uçlarda gezinirmiş hep. Delicesine mutlu ya da nedensizce üzgün. Nedenler varmış aslında. Belki de saçma. Ama varmış işte. Sevilmediğini hissetmek, görünenin aksine. Gözlerime baksaydı keşke. Uzun uzun inceleseydi yüzümü. Sevseydi. Beni gözleriyle sevseydi. Gülümseseydi usulca. Herkes sevilmek istediği gibi seviyor başkasını. Başkasının teninde kendini seviyor insan, diyor ya Tezer Özlü. Doğruymuş.
Birini sevmeye çalışmak hüzün üretim fabrikası açmak gibi sanki. Seriler halinde hüzün üretmek. Küçücük bir insan için ağır değil mi bu. Zaman zaman grevler oluyor tabi. O zaman şenlikler içimde. Lokavt desem bitse tümden üzüntülerim. Ama diyemiyorum, işçileri iliklerine dek sömürmek istiyorum. Hüznüm tavan yapsın, ben dibe vurayım. Çünkü, sanki üzülmeden aşık olunmuyor. Öyle öğretilmedi mi bize? Aşıksan  üzüleceksin! Aşık mıyım? Bilsem… Niye konuşmuyoruz? Ben konuşamam ki... Kendini sevmeyen biri, sevilebildiğine nasıl inanır peki?
Yoruldum sevmekten, küçücüğüm ben.