3 Şubat 2021 Çarşamba

Gözlerimi Kapadım Mı...


Sensiz değilim ki ben. Gözlerimi kapadım mı hemen tutuveriyorum elini. Gidiyoruz Gökçeada’ya. Yürüyoruz yolun kenarından Yıldız Koyu’na. Mısır tarlaları denize uzanıyor taptaze salınarak, oradan karşıya, komşuya, Semadirek’in heybetine doğru. Semadirek gölgeliyor masmavi göğün bu kısmını. Solda parlayan güneş, dağın üzerine özenle yerleştirilmiş iki beyaz bulut. Birazdan hava kararacak, oturacaksın balkonda yarıçıplak. Sırtın bana dönük, yanan kızıl göğün içinde dimdik uzanan Semadirekle dost. Kızılın, mavinin, yeşilin ve sevgilinin bütün tonları karışacak manzaramda. Hangisi mavi, hangisi yeşil, hangisi sevgilim?

Akşam olunca giyineceğiz sevinçlerimizi. Birbirimizi şöyle bir süzüp karşıdan, heyecanla yine birbirimizle buluşmaya gideceğiz el ele. Yaz gecelerinin tatlı serinliğinde telaşsız yürüyeceğiz gönlümüzce. Kimsenin yürümediği yollardan dolana dolana çıkacağız karanlıkta bir tepeye. Çocuksu bir heyecanla yanımdan ayırmadığım dinamolu el fenerimin ışığı vuracak yola. İşte gelmişiz bile Eski Bademli köyüne! Dolaşacağız çekinerek, eski taş binaların yıkık bahçelerinde. Sokağa sandalye atmış yaşlı amcaların, teyzelerin arasından geçeceğiz sonra. Sen selam vereceksin, ben utanacağım.

Uzaktan tıngırdayan kırık nağmeler duyacağız eğlenen insan sesine karışan. İşte bir taverna! Geçip oturacağız baş köşesine, Semadirek’in karşısına. Gece göremesek de onu, bileceğiz soframızdadır yine. Bir rakı da ona dolduracak, oğlak tandırını ayıracağız. Renkli ampullerin asılı durduğu havada Rumca ezgiler salınacak. Kadehlerimiz boşalırken, kafalarımız bulanacak.

Her şey alabildiğine, öylesine güzelken bile… İnsanız ya, ille de başka bir yerde olmak isteyeceğiz. Karanlıklar içindeki yüksek dağ başında bir taç gibi parıldayan ışıklarıyla Tepeköy bize göz kırpacak. Sanki her gece bütün köy halkı bizlerden gizli, bu ulaşılması zor tepenin sokaklarında şenlikler yapıyor da biz kaçırıyormuşuz gibi çelecek gönlümüzü. İçimize bir Tepeköy hasreti düşecek. Orada olmanın hayali dumanlanacak aklımızda.

İşte bu kadar kolay! Hayalimde hayal bile kurduk bak... Gözlerimi kapadım mı her şey güzel de, keşke tekrar açmayabilsem.

8 Aralık 2016 Perşembe

Şimdiye Ağıt

John William Godward - Dolce far niente (Sweet nothings)

Dostlar dağılır dört bir yana, kendi yollarına... Gittikçe daha mı yalnızlaşıyor insan ne? Etrafındaki herkes dağılıyor bir yerlere. Sense hala, hep aynı yerde kalıyor gibisin. Arka koltukta unutulmuş gibi. Değişmeyen tek şey arka planda çalan Ezginin Günlüğü. Can sıkıntısı ve eksiklik hissiyle geçen günler. Önceden ne yapıyordun sen? Yine böyle mi hissediyordun? Sanki hep geçmişte daha mutluydun gibi geliyor. Ama değildi galiba. Evet, değildi. Dışarı çıkmak istiyorsun. Soğuk. Gece-ve geceler kısa artık, bu sevinci de aldılar elinden. Aydınlık bir güne bile başlatmıyorlar artık.

Yapılması gereken çok şey var. Serili çamaşırlar toplanacak. Makinedeki çamaşırlar asılacak. Mutfakta bulaşıklar toplanacak. Bulaşık makinesi çalıştırılacak. Çarşaflar değiştirilecek. Haftaiçi koltuğun üzerine gelişigüzel yığdığın giysiler-giyisi değilmiş giysiymiş bak bunu lisedeyken öğrenip çok şaşırmıştın sence kesinlikle giyisiydi çünkü- toplanacak. Şu an için acelesi yok ama ders çalışsan da fena olmaz-evet haklısın bu akşam da çalışma sonra çalışırsın. Anne baba aranacak, iyi olduğun bildirilecek. Ev temizlenecek-ama her zamanki gibi daha idare eder yaa, onu sonra yaparsın. İzlemek istediğin filmler, okumak istediğin kitaplar var-yok şimdi onlara vakit ayıramazsın, zaten o kalın kitabı da bitiremedin 3 ay mı oldu, artık kabullen çok kalın kitap okumak yok sana, yapamıyorsun. Öylece oturmak en iyisi. Dolce far niente.

Bazen çok yalnızsın. Sebebi de yok. Deniz kenarına gitsen düzelir mi acaba. Üzgün suratla olmaz, işe yaramaz, denedin daha önce. Kalabalığa karışmak. Bunalırsın, sana göre değil. Yolculuğa çıkmak. Belki. Ama... Bu şehir arkandan gelecek, sen yine aynı sokakta dolaşacaksın.

Çaresi var mı bilmem. Yapılması gereken çok şey var. Yapacak hiçbir şey yok. 

31 Ekim 2016 Pazartesi

Fikirler Falan... (2)

Eğer bitki çayını yalnızca hasta olduğunda değil de, kış gecelerinde sana iyi geldiğini hissederek, severek içmeye başladıysan bence biraz yaşlandın demektir. :/

2 Haziran 2016 Perşembe

Fikirler Falan... (1)

Havalar ısındığında ve ilk kez kısa kollu giymeye başladığında evden çıkarken üzerine giydiğin ceketin çıplak kol ile teması hissi - garip bence.

8 Kasım 2015 Pazar

Şiirimsi Bir Şeyler


   SARMA
Bir sevgilim var
Omzu çardak,
Gözleri üzüm,
Kucağı yaprak.
Sarmalar beni,
Sevinç dolarım.

26 Ocak 2014 Pazar

Tembelin Uyanışı




Gece ev arkadaşıyla birlikte 1952 yapımı bir Amerikan filmi izlemeye başlamıştı. Çok da güzel gidiyordu film. Zamanın hızlı ayak figürleriyle kulaklar ağızlarda gülerek yapılan neşeli danslarıyla doluydu. En sevdiği! Ama daha yarısında gözlerinden uyku süzülmeye başlamıştı. Bir de sol üst göz kapağının içe bakan kısmında baş gösteren şey -arpacık mıdır ne halttır- hafifen batıyor, gözünü kapatmaya zorluyordu. Daha fazla dayanamayıp arkadaşına iyi geceler dileyerek odasına yollandı. Ertesi gün pazar olmasına rağmen erken kalkıp güne çok şey sığdırmak temennisiyle telefonunun alarmını dokuz buçuğa kurdu. Başka hiçbir şey yapmadan kendini yatağa attı. Çabucak uykuya daldı.

Sabah alarmı çaldığında hemen kapattı ve uyumaya devam etti. Hala çok uykusu vardı. Onda tekrar gözlerini açtı. Mutfaktan hazırlanan kahvaltının sesi geliyordu. Kalkayım artık diye düşündü. Ama üşüyordu biraz. Azıcık daha yatağın içinde kalıp ısınıp öyle kalkayım diye düşünerek yorganına daha sıkı sarıldı. Ve yine uyuyakaldı. On buçuk gibi tekrar uyandı. Artık kalkayım yeter diye düşündü. Sonra düşünceleri başka yerlere kaydı. Dün ne güzeldi. Sakin bi gündü ve evde geçirmiştiler o günü de. Ama güzeldi. Sadeydi. Dünü düşündü uzun uzun. Tekrar canlandırdı hayalinde. Yarı uyur yarı uyanıkken aktı zaman üzerinden. Saat on biri geçiyordu bilmem kaçıncı kez güne uyandığında. Bu kez düşünmeye mahal vermeden hemen harekete geçti. Yoksa yine düşünme-hayal-uyku-uyanma döngüsüne girecekti.

Evet, saatini kurup erken kalkması iyi olmuştu. Gün erken başlayacak ve ona bir sürü şey sığdıracaktı ne güzel. Kendi kendine sırıttı. İlk kez değildi nasılsa kendini kandırışı. Artık alışmıştı.

28 Nisan 2013 Pazar

Büyüklere Yasaklar



Artık oyun oynamıyor olmamız çok saçma değil mi? Niye bizden büyük, durgun, olgun, sıkıcı davranmamız bekleniyor? Ne değişti ki, çocukluğumuzla yetişkinliğimizin farkı ne? Neden kendimizi artık sokaklara vurup akşam ezanı okunana kadar deliler gibi koşup oyun oynamıyoruz? Niye artık iki dakka koşunca hemen yorulup yorgunluğumuza teslim oluyoruz? (Çocukken sonuna dek direnmez miydik, hatırlayın!) Neden artık arkadaşımızın evine çat kapı gidip onu oyuna sürüklemiyoruz? Niye her gördüğümüz ağacın tepesine çıkıp meyvelerine dalmıyoruz? Sanki yetişkinliğe geçişte toplumca gizli bir antlaşma imzalıyor gibiyiz. Artık koşup oynanmayacak, yaramazlık yapılmayacak, ciddi suratlar takınılacak, sıkıcı ve döngüsel bir hayat yaşanılacak…

Çok özledim çamurla oynamayı. Niye artık oynamıyoruz? Neler neler yapardık çamurdan. Sonra da yaptıklarımızı kurutup onlarla oyun oynardık. Üstümüz başımız kirlenecek diye dert etmezdik hiç. Gözümüze kestirdiğimiz herhangi bir yere oturuverirdik umursamadan. Suyu toprağa döker, başlardık yoğurmaya, şekil vermeye. Çamurdan yaptığımız şey bir yemekse mesela, onun üzerini süsleyecek baharatımız da kiremit tozu olurdu. Tabii kiremit tozu yapmak için de emek harcamak gerekirdi. Kiremitleri taşa olanca gücümüzle sürterdik. Asma yapraklarının içine çamur doldurup sararak sarma yapardık. Bahar gelince komşu bahçedeki erik ağacının tepesiydi bizim mekanımız. O yeşil erik de öyle bir ekşi ve güzeldi ki… Evden biraz tuz getirip bana bana yerdik. Bir de vişne ağacı vardı yan bahçede. Vişneleri de iki bisküvi arasına koyarak bir nevi tatlı yaparak yerdik. Arada sırada annelerimizden piknik yapıcaz biz deyip yağlı ekmek isterdik. Ekmeklerimizi alıp yan bahçede çimenlerin üzerinde yiyip mutlu olurduk. Evcilik, yakalamaç, ortada sıçan, istop, saklambaç, uzay, seksek, 9 kiremit, 9 aylık… Oyunlardan biri biter biri başlardı. Susayınca suyu bizim bahçedeki çeşmeden içerdik.


Büyüdükçe oyunlar yasak oldu bize. Hepimizin çok daha önemli, ciddi işleri oldu. Steril ortamlarda yaşayıp suyu şişeden içer olduk. Piknik anlayışımız 2 gram yeşilliğin içindeki kafelerde parası neyse verip bir kuş sütünün eksik olduğu kahvaltılar yapmaya dönüştü.

Doğadan niye koptuk bu kadar? Nasıl bu kadar uzaklaşabildik? Yine oynasak ya çamurla. Yine yuvarlansak ya çimlerde. Yine çıksak ya ağaç tepelerine. Mutlu olabilsek ya yine bir yağlı ekmekle. 


Not: Yazıdaki fotoğraflar Reha Erdem'in 5 Vakit filminden. Filmde çocukların yeşillikler içindeki uyuma sahneleri öyle güzel ki...